YIRTICI KARMAŞIK VE RİYAKAR
February 26, 2011
Kadınlar…..
Uzun zamandır tanımlanan ya da tanımlanmaya çalışılan varlıklar; gerçekte hiç sevilmeyip asla vazgeçilemeyen ademoğulları onlar. Daha bu güne kadar onları anlayan, çözen çıkmadı. Özellikle erkekler bu konuda oldukça başarısızdırlar ve dünya üzerinde tek kabul ettikleri başarısızlıkları da budur. Bunu da bize bağladıkları için kabul etmişlerdir sebebi bizizdir her halikarda… Onlar bizi hiç anlayamazlar ve asla mennun edemezler. Bunun sebebini umarım düşünmüşlerdir ya da düşünen bir kaç tanesi çıkmıştır …. Yoksa böyle bir soruyu sorup da hiç cevap aramadıklarını düşünmek biraz zoruma giderdi. Neden mi? Çünkü bu sorunun cevabı bizzat kendileri ve onları ön plana çıkaran ve ne hikmetse daha değerli gibi gösteren yazılı olmayan sistem… Bu sistem yüzünden bizi anlayamıyorlar çünkü bu sistem bizi daha fazla karmaşık ve kendi mutluluğu için ölümüne savaşan yaratıklar yapmış da o yüzden bu denli yırtıcı, karmaşık ve riyakar gözüküyoruz….
Bilmiyorum belki de yırtıcı, karmaşık ve riyakarız aynı zamanda… Olabilir ben kabul edebilirim böyle olduğumu. Çünkü beni buna iten sebepler var: Ben ‘kız kısmı (?)’ diye beni ayrı bir yere koyan ve bazı davranışları yapabileceğimi bazı davranışları yapamayacağımı eğer yaparsam benim hakkımda çirkin sözler söyleme hakkına sahip olan insanlar olabileceğinin öğretildiği bir toplumun kız çocuğuyum. Kalbimdeki arın etek boyuyla doğru orantılı olduğunu düşünen amcaların teyzelerin kız yeğenleriyim…. Evlenince beni unutan ve ‘ Bu evden gelinlike çıktın ancak kefenle geri dönersin.’ diye beni evden gelin eden annelerin kızıyım. Ben evlendikten sonra öğrendiği şeylerle bir ömür ne yapacağımı bilemeyen milenyum kadınıyım. Benim dul olanlarım daha önce resmi seks deneyimi olduğu için potansiyel kötü kadın olarak bilinir. Benim genç olup da parkta bir erkekle sohbet edenim ‘yollu (?) ‘ dur… Benim araba kullananlarım istisnasız gerizekalı ve beceriksizdir. Bizim ‘sırtımızdan sopa karnımızdan sıpa ‘eksik edilmemeli zira biz doğurmaktan başka bir işe yaramayan ‘eksik etek eksik akıl’ larız… Ev temizler, ütü yapar, çocuk bakarız… Başka değişik şeylere aklımız ermez…. Eşlerimiz çalışmamıza izin vermeyebilir böyle bir hakları olabilir…. Akşam belli bir saatten sonra ki bu saat bölgeden bölgeye veyahut kişiden kişiye değişir ama hep vardır bir üst limit birinin sorguladığı….Sen onu tanımazsın deme hakkımız yoktur eşimize ya da sevgilimize nasıl olur da onun tanımadığını tanıyabiliriz.
İşte ömrümüz boyunca bizi takip eden saçma sapan aptal öğretiler yüzünden biz riyakarız, biz yırtıcıyız, biz sevimsisiz… Bu kadar basit. Biz güzel yalan söyleriz çünkü bazı şayleri yaparken acı çekmemenin tek yoludur yalan…. Pembe yalan bizim icadımız. Ona pembe adını biz koyduk çünkü aslen kadınsı ve masumdur pembe yalan. Bizim ne zaman doğruyu ne zaman yalanı söylediğimizi anlayamazsınız. Biz önce abimize, babamıza yalan söyledik parkta on dakika daha kalabilmek için; sonra annemize söyledik yalan okula o ayakkabıyı giyebilmek için…. Sevgilimize söyledik yalan gece dışarda olabilmek için; kocamıza yalan söyledik bir çift ayakkabıyı huzurlu giyebilmek için….
Bizi anlamıyorlarmış; neden?
Neyini anlamıyorsunuz? Siz doğuştan davul zurnayla karşılanılan, doğunca çığlık atılan cinssiniz; sizin sünnet olmanız düğün sebebi…. Ama hala regl olduğunu kendi öz annesine bile anlatamayan kız çocukalrımız var bizim…. Bilirsiniz insanlar susarmış ‘kız doğunca (?) … İşte biz sonradan sonraya herkese çığlık attırabilmek adına böyle bencil ve yırtıcıyız…. Biz tanıyan tanımayan, seven sevmeyen, bizimle yapabilen yapamayan hepsi ama hepsi bin pişman…. Pişman çünkü ne yardan geçibiliyorlar ne serden…. Kolayını bulmuşlar: Şu kadınları anlıyorsam ne olayım…. diyerek artık deliye bulaşmıyorlar çalıya dolaşıyorlar….
ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….
KOLAY GELE…
ELMA ŞEKERİ
February 16, 2011
On sekiz sene….
Dile kolay, dünya üzerinde olduğun yılın yarısından fazla; bu kadar uzun bir süre beraber olunca ona o kadar çok alışıyorsun ki senden bir parça oluyor… Alışıyorsun onunla yaşamaya… Onun için yaşamaya, ona göre yaşamaya ama yine de onu bir güzel öteliyorsun…. Neden mi?
O öyle herkese anlattığın bi parçan değil… Pek konuşmadığın, övünmediğin bir parçan; herkes bilmez onu …. Bir tek senin bilmesini arzu ettiğin kişiler bilir.. Bu da sana ayrı bir özgürlük aynı zamanda ayrı bir çekince kazandırır… Ama onun küllendiğini bilmek iyi geldiği için onun sana kendini hissettirdiği kimi anları öteler durursun… Bazen bir an gelir seni zorlar ve dillendirirsin onu… İşte dillendirdiğin an hatırlarsın onunla ilgili ortak geçmişi…. Bu da her anı ve hatıranı tekrar yaşamana neden olur…. O kadar sıkıldım ki seninle olmaktan; tek çarem seni anmamaktı…. Ama sen müsade etmedin buna biliyorum…. En başa mı dönmek istiyorsun? Hayır dönmeyeceğiz değil mi? Bana bu eziyeti yapmayacaksın değil mi?
Dün elma şekerlerine uzun uzun baktım Kızılay’ da; o çok buruk hatıram geldi aklıma…. Benim için hep gözyaşıyla anımsadığım Kızılay, elma şekeri ve Pehlivan üçlemesi… Seni andım ya aman hemen kendini hatırlat…. Hiç sordun mu ben seni anımsamak istiyor muyum? Tamam kabul, sen bensin… Biliyorum… Ama ben seni gömdüğümü sanıyordum Elma şekeri… Hoşgeldin… Belki de gelmiş gibi yapıyorsun… Her neyse… Ben o bildiğin Melike’yim hala… Sana yine de seninle yaşayabilirim diye posta koyabilen ben….
ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…
SUÇLUYUM ÇÜNKÜ…
February 11, 2011
Bazen dağlar da tepeler de yollar da hiç bir şey ifade etmez gittiğin yolda… Yolda bir problem mi var bindiğin araçta mı sorun var düşünür durursun… İnmek istemezsin ama araç iki de bir durur da kapıları açar; seni yoklar inecek misin, inmeyecek misin diye… İlk zamanlar ciddiye almazsın açılan kapıları ama sonra bakarsın iki de bir açılan kapılar seni rahatsız etmeye başlar ve düşünmeye başlarsın neden açılıyor bu kapılar diye…. Sonra sıralarsın hatalarını ve eksiklerini bu kapıları açtırtan…. Bunların bertaraf edebildiklerini ve öteleyebildiklerini halletmeye çalışırsın. Yapabildiklerini kotarırsın ya da kotardığını düşünürsün…. Ama beklediğin bir şey vardır: hep ihmal edilen, hatırlatılmadan yapılmasını istediğin, ince bir şey… Onu görmedikçe diş bilersin, bilersin bilersin de bilersin….
Hissettiğin duygular pozitif değilken hissettirdiklerin de olumlu olmaz, olamaz haliyle…. Ve bu kısır döngü sürer de sürer… İnsanlar gerilir, duygular gerilir; sonuçlar olumlu olamaz, konuşmalar körelir ve kelimeler boğazına dizilir…. Boğazında bir yumru, kalbinde bir sızı ,aklın karışık mı karışık ham armut gibi kalkamazsın oturduğun yerden…. Hep suçlusundur, hep bencilsindir ve bütün sorumlu sensindir…. Çünkü bencilsindir….
Belki doğrudur bencilliğin… Belki de bütün suçlu ve sorumlu sensindir…. Ne çıkar?
Bunu kabul etsen ne çıkar? Kabul edersin? Her şey iyice kısır döngü haline gelir… Kabul etmen yetmez…. Vazgeçmen gerekir… Çünkü suçlusundur… Suçlusundur… Ve suçunu itiraf edip cezanı çekmen beklenir…. Bütün suçlular cezasını çeker; öyle değil mi?
Mutlu olmaya takıntı yapmamalısın… Bu rahatsızlığın çözümü bu, öyle diyorlar…. Eeee?
Neyi takıntı yapacağım hayatımda? Ne olacak emelim? Mutluluğum olmayacak da…..
ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….
İYİ Kİ VARSINIZ
February 7, 2011
Tanrı bizi iki cins olarak yaratmış: Kadın ve Erkek…. Bu iki cins en çok birbirlerini sever en çok da birbirlerinden nefret eder. Hiç biri diyemez ki benim onlara ihtiyacım yok bir daha bakarsam gözüm kör olsun. Hasbel kader derse de bu süre öyle sohbetlerde abartıldığı kadar tumturaklı olmaz, olamaz. Her ayrılığın son sözüdür: ‘Erkek değil mi topunun köküne kibrit suyu…. ‘ ya da ‘Ben bu kadınları anlamıyorum, kardeşim; onları mutlu etmek imkansız….’ Aslında bu iki sonuç cümlesi haricinde giriş ve gelişme sonuçları değişse de aşşağı yukarı tüm ilişkiler bu minvalde cümlelerle sona erer…. Birbirine bu kadar düşkün ve bu kadar ayrı telden çalan iki tür daha görülmemştir dünya üstünde…
ERKEKLER….
…. Biz onların sol kemiğinden yaratılmışız, önce onlar yaratılmış da biz sonra yaratılmışız. Bu sebepten onlar bizden daha önemli bir cismiş(!!!)…. Bu bizim gibi geçmişinden beri erkek evlat doğuranın bile daha kıymetli (?) sayıldığı ataerkil toplumlarda kolay kabul edilen ve sorgulanmayan bir gerçektir…. İlerleyen zamanlarda feministlik üzerinden devam eden bu tartışma uzar da gider… Erkekler…. İster üstün olsun ister olmasın aslında o kadar da karmaşık yaratıklar değiller…. Çok basitler genelde….
Evet basitler… Hayata bakış açıları ve problemleri ele alış tarzları öyle çetrefilli değil. Dümdüz… Kadınlar kadar entrika bilmezler; kadınlar kadar inandırıcı yalan söyleyemezler…. Her gün değişik aksesuar takıp diğerlerinin de ne taktığını asla takip edemezler…. Bir kadına gidin akşam iş yerinde kim ne giymiş diye sorun hemen hemen hepsi üç aşşağı beş yukarı cevap verir. Ama bir erkeğe sor bu soruyu cevap veremez. Onlar için haki yeşil, somon pembesi, ermeni mavisi filan yoktur…. Ana renklerden başka renk yoktur… Falan pembesi, filan yeşili gibi renkler sadece yeşil ve pembedir…. Onlar asla bir şey kaybetmezler genelde siz yerini değiştirmişsinizdir. Hep siz gereksiz bir yere kaldırmışsınızdır o sebepten bulunmuyordur. Onun asla bir kabahati yoktur. Onlar gerekli olsa da yeni bir şey almak istemezler. Herhangi bir ev eşyasını değiştirmeye gerek yoktur. Zaten kadınlar elinden gelse eşlerini de değiştirirler…. Biliyoruz…. Ama her şeyi değiştirmek o kadar kolay olmuyor….
‘Ne zaman geleceksin? ‘ ve ‘ Nerdesin ?’ sorularını ve bu tarz sorulara cevap vermeyi sevmezler. Ama bu soruları kadınlara hiç sıkılmadan sorarlar. Evde kalıp da yemekten başka işlerin yapılmasını gereksiz bulurlar. Akşama kadar evde olup da nasıl yemek yapmaya vakit bulunamaz anlamazlar. Ütüyü havada karada yaparlar. İki kere telefonu açma başına bir şey geldiğini zannederler. Ne kadar yaparsan yap yaptığın alışveriş hep fazladır. Genelde siz kadınlar onların yaptığı işleri asla ve katta, bırakın onlardan iyi yapmayı, onlar kadar iyi bile yapamazsınız…. Onların evli olsalar da akşam dışarı çıkması normalken senin akşam sekizden sonra neden dışarıda olduğun hep sorgulanır….
Duygularını direk anlatmazlar genelde de hiç anlatmazlar. O zaten öyle hissediyordur sen çıkarım yapacaksın… E! be kardeşim onu da ben çıkardıktan sonra …… Anneleri gibi onları şımartmayı reddederseniz sizden buz gibi soğuyabilirler. Sakın unutmayın İrlanda atasözünde de dendiği gibi ‘ Bir adam en çok sevgilisini, en iyi karısını ve en uzun da annesini sever.’ Bütün bu gerçeklere rağmen biz onları çok severiz…. Onlar hep vardır yaşamımızda hep de olacaktır… Biz kadınlar aslında onlarla olmayı ve bu farklılıkları görüp bıyık altından gülmeyi pek severiz…. En sevdiğimiz anları da yalan söylemek zorunda oldukları, sevimsiz duraklamayla başlayan başka yöne bakarak ve gülümseyerek hınzır bir dudak bükmeyle devam eden komik anlarıdır… Neyse… Bize düşkün olduğu kadar, bizi küçümseyen erkekler…. İyi ki varsınız…. Yoksa canımız muazzam sıkılırdı hayatta…
ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…..
AYŞE HANIM…
February 5, 2011
1926 doğumlu benim anneannem. Beyaz tenli boylu poslu bir kadındır. Ama görüp görebileceğiniz en huysuz kadındır. Onun doğruları vardır, sabit fikirlidir ve aslında ona istemediği bir şeyi yaptırmak da dünyanın en zor işidir. Şimdi karşımda oturmuş torununun kızına, yani benim kızıma meşhur iki renkli patikten örüyor. Aslında bu yaşına rağmen, aslen küçük ördüğü patiği büyütmek ve benim kızın ayağına göre yapmak için büyük bir inatla çalışıyor bugün. İşte belki her şey eskiyor yaşlanıyor da ‘İNAT’ dediğimiz huy hiç eskimiyor. Sabahtan beri o patikle mücadele veriyor. Daha tam olarak bitiremedi ama o kadar azimli ki, belki de inatçı ; ısrarla patiği söküyor, örüyor olmadı bir daha söküyor…. Yani bir ustanın azmi ve konsantresiyle patik üstünde çalışıyor….
Kulakları duymuyor. Öyle böyle değil ciddi duymuyor. Kulağında aparat olmasına rağmen duymuyor. İzlemek istediği dizi ya da evlenme programı varsa sanki evde çekiliyor izlenimi verecek kadar sesi açılıyor televizyonun. Acıkdığını söylemiyor tövbe… Eskiden beri söylemezdi zaten. Isrardan hoşlanmıyor…. Ama kendisi dünyanın en uzun sürebilen ısrar temalı muhabbetlerini yapabiliyor. Buna rağmen artık eskisi gibi çehresini karartıp eli belinde bağıramıyor çünkü artık yaşlı…. Bugün merdivenden çıkarken ona yardım ettim ve bana dedi ki: ‘Yaşlılık… Böyle olacağımızı bilmiyorduk…’ Evet hepimiz yaşlıları gözlemlesek de bir gün gelip öyle olacağımızı hiç hesaba katmayız. Düşünsek bile yaşamak ve içinde olmak gibi olmaz tahayyül etmek…
Arkasından bahar gelmeyen kış gibidir yaşlılık. Öyle bir kış ki cemre düşüp de hava hiç dönmeyecek herkes bilir. Hiç bahar gelmeyecek. O eller ayaklar eskisi gibi rahat hareket etmeyecek, o kulaklar eskisi gibi duyamayacak, o gözler eskisi gibi cavlamayacak, eskiden güldüğünüz veya ağladığınız şeyleri artık hatırlamayacaksınız bile….Unutmak evet unutmak ve bir daha hatırlamamak…. Belki de en kırıcı amaresi budur yaşlılığın : unutmak… Beynin buruş buruş olması ve suyunu çekmesi…. Eskisi gibi laf satamamak, gülememek….. Offff bunaldım… Ama zor inanın bana onları izlemesi ve tahlil etmesi bu kadar zorsa yaşlı olması kimbilir ne kadar zordur… Aslında bebeklikle çok benziyor. Konuşmuyorlar ama huysuzluk yapabiliyorlar. Uyumakta zorlanıyorlar, yemek yemek istemiyorlar. erkenden uykuları geliyor, bazen susmamacasına konuşmaya kalkıyorlar…. Ama bebekler kadar sevimli olmayabiliyor bazıları…
David Fincher’in Curious Case Of Benjamin Button filminde olduğu gibi hayatı tepe taklak yaşasaydık her şey bence daha problemli olurdu. Entellektüelliğini tamamlamış ama altına yapan minik bebekler ile iyiyi kötüyü ayıramayan koca koca insanlar. Böylesi daha zor olurdu herhalde…. Çevremizde daha konuşmasını ve temel tuvalet alışkanlığını kazanamamış büyücek insan oğlu ve yedinci sanattan, duygusal zekaya kadar en temel ve hayati mevzularda bilgi sahibi olan ama bunu konuşup adam gibi ifade edemeyen küçücük insanoğlu…. Bu yaşadığımız dünya düzenini başka bir düzen haline getirmemize yol açacak yeni bir yaşam biçimi oluşturmamaızı sağlardı….Belki işlerin alıştığımız hali o olsa alışkanlığımız olurdu da şimdiki bize anormal gelirdi…. Kim bilir?
Velhasıl Shakespeare’in de dediği gibi sonesinde yaşlılık büyük bebekliktir. Tekrar dişsiz kalırsınız, tekrar altınıza kaçırırsınız, ayağınızda terlik odadan bile ayrılamak istemezsiniz…. Dışarıda dönen hayat size anlamsız ve gereksiz gözükür , en kısa zamanda bu sahneden ayrılmak istersiniz…. Juvenal’in çok sevdiğim sözüyle yazımı noktalamak isterim : Yaşlılık ölümden çok daha korkunçtur….. Neden mi? Çünkü ölüm bir andır, bir noktadır… Yaşlılık ise ne kadar ve nasıl süreceğini bilemediğimiz, ama boşrolünü bizim oynadığımız bir filmdir… Hepimize sağlıklı yaşlanmalar diliyorum…
ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…
ARDINDAN
February 4, 2011
ÖLÜM…..
‘Gelin girmeyen ev varmış da ölüm girmeyen ev yokmuş’ demiş atalarımız… Doğru demişler; bu işe yaramaz ve kimi zaman bıkıp usandıran hayatta tek yer var adamın işe yaramadığı, torpilin dönmediği ve herhangi bir hiyerarşinin olmadığı tek yer : ÖLÜM….
Biliyoruz hepimiz öleceğiz; hepimiz ölümlüyüz. Er ya da geç hepimiz öleceğiz biliyoruz da her ölüm haberinde iliklerimize kadar donup duraksıyoruz ve derin derin düşünmeye başlıyoruz . Neden? Hasta mıydı? Kaç yaşındaydı? Çocuğu var mıydı? Hele bir de göç eden medyatik ve hepimizin tanıdığı ve aşina olduğu bir yüzse ekranlara mıhlanan ve sorular soran kişiler artıyor da artıyor…. Hele bir de ölüm şekli yeni sorulara gebeyse bu ilgi artıyor da artıyor… Bu bizim toplum kimliğimizin en tipik özelliği : gereksiz ve sonsuz merakla başlayan, yarım yamalak bilgilerle taçlanan ve ağızdan ağza büyüyerek dolaşan kirlilik….
İşte bu hastalıklı tutum ölüm gerçeği ile birleştiğinde ortaya çok itici ve insani olmayan bir durum çıkıyor. Bunun en son örneğini medya dünyasının genç simalarından birinin ölümüyle tekrar yaşadık bu günlerde. Defne Joy Foster…. Evet o gece dışardaymış, evet içki içmiş, evet 1,5 yaşındaki çoçuğu yanında değilmiş, evet gece arkadaşının evine gitmiş, evet o evde tekrar votka içmiş…. Bunlar olmasa ölmezmiş, evine gitse ölmezmiş, bunlar olurken kocası neden yanına değilmiş, yanında olsa ölmezmiş…. Nerden biliyorsunuz? Sizde kayıtlar mı var kim nasıl nerde ölmeli anlatan… Neden altında hep başka şeyler yani demem o ki cinsel ve seksüel gerçekler arıyorsunuz…. Hiç siz sebebini anlamadığınız anlık gerçeklerin içinde buluvermediniz mi kendinizi? Siz veya biz hepimiz her yaşadığımızı çok düşünerek mi tartarak mı yaşadık? Bu soruların cevabını biliyorum ben…. Evet bir tek Defne vardı hesapsız kitapsız yaşayan O da öldü; rahat edebilirsiniz… Biz geride kalanlar hepimiz o kadar meşru ve hatasız yaşıyoruz ki zaten yanlış yapanları eliyoruz aramızdan…
Bırakın kadının arkasından ileri geri konuşmayı ve yakışmayan şeyler yazmayı. O artık mutlak sona ermiş ve bize kendini savunamayacak, sizin aklınızdaki sorulara cevap veremeyecek. Velev ki yaşasaydı bu sorularınıza da cevap vermek zorunda mıydı? HAYIR, hiç kimseyi böyle sorgulamaya ve cevap vermesini beklemeye hakkımız yok…. Kimseyi ama hiç kimseyi en yakınınızı bile içinde bulunduğu durum sebebiyle ileri geri eleştiremezsiniz…. Hiç kimsenin neyi neden yaşadığını bilemezsiniz …. İçinde bulunduğu duruma neden ve nasıl geldiğini bilemezsiniz ve bu sebepten de onu eleştirme hakkına sahip olamazsınız…. Hatta sebeplerini bilseniz bile tek yapmak zorunda olduğunuz şey ona yapıcı sözler söylemek ve ne olursa olsun onun yanında olduğunuzu ve olacağınızı üstüne basa basa ifade etmektir…. Bunu yababildiğiniz sürece insansınız inanın…. İnsan olmanın en temel taşı bu: karşındakini hesapsız kitapsız sevmek ve onu içinde bulunduğu her durumda sevmek…. Eleştirirken dikkat edin kul kınadığını yaşamadan ölmezmiş….Bu benim başıma gelmez demeyin, hayat bu insanız ve her şey ama her şey bizim için….