I AM SAM

April 21, 2011

 

I  AM  SAMEvet o bir film… Ama o film o kadar fazla hassas damarlara dokunuyor ki biz sinema severlerin ajandasında her zaman çok özel bir yere sahip olan ve hep çok sevilen bir filmdir o. Benim için özel olmasıının ilk sebebi Sean Penn’in başrolü oynamasıdır. Aslında oynamak dersek Penn’e büyük haksızlık etmiş oluruz. Neden diyeceksiniz…. O kadar içten ve o kadar kusursuz çalışılmış bir karakter ki bir seyirlikle karşı karşıya olduğunuzu size hemen unutturuyor. Strarbucks’ta başlayan ve alıcıyı hemen içine alıveren giriş sahneleri zaten size alalade bir film seyretmeyeceğiniz sinyallerini veriyor. Birden o mekanda buluyorsunuz kendinizi ve Sam’e yardım etmek arzusu ile yanıp tutuşuyorsunuz. Ona bardakları anlatmak ve kuralları öğreterek elinden tutmak istiyorsunuz. Gözleriniz mütemadiyen ıslak seyrettğiniz 2001 yapımı Jessie Nelson imzalı Sean Penn ve Michelle Pfeiffer’ın harika oyunlarıyala sizi  kavrayan ve oturduğunuz koltuğa çivileyen bir yaşam resmi hikayesi bu film. Zihinsel özürlü bir adamın önce yaşam sonra da kendini kabul ettirmesinin acımasız hikayesini Sam’in evladı üzerinden, bu arada Sam’in aksine zihinsel faasaliyetleri normalden daha fazla olan tatlı bir kız çocuğu o, Sam’in gözünden ve bununla birlikte toplumun gözünden anlatan iyi kurgulanmış başarılı bir sinema filmi I am Sam…

I  AM  SAMİnsan üstü akılcı ve gerçekci bir oyunculuk çıkaran Sean Penn’in oyunculuğu da çok iyi yönetilmiştir kanımca. Acı ve mutluluğu çok kararında harmanlayan oyunculuğu sayesinde hepimiz birden Sam oluveriyoruz. Derhal içselleştiriyor onunla anında karar verip onunla ağlamaya başlıyoruz. Vücüdunu çok mükemmel bir şekilde oyununda kullanan Penn sayesinde filmde ikileme düşmenize rağmen asla taraf değiştirmiyorsunuz. Aslında çok büyük bir yalınlık var oyunculuğunda kimi zaman oynadığını unutup  ‘Ulan!!!! Sam…’ diye sizi tatlı tatlı güldürürken yakalıyorsunuız kendinizi… Kızıyla arasında kurduğu iletişim ve bu iletişimi devam ettirebilmek adına verdiği onca taviz ve azimli onca değişiklik onu sıkça takdir etmemizi sağlıyor…. Ama gerçek, o acımasız gerçek, burnumuza sokulduğunda kimin tarafında yer alacağımızı kestiremiyoruz…. Ne olursa olsun sevgi kazanır mı? Yoksa gerçek her zaman gerçek midir?

Pfeiffer hiç sönük kalır mı Penn’in karşısında? Asla….

I  AM  SAMKarşılıklı sinir harbi içinde gerçekleştirdikleri – Sam’in sinirden oldukça hızlı konuştuğu- diyalogtaki performansı ve karşılama ıskalamayan vücut diliyle çok seyredilesi bir performans sergilemiştir. Şaşkınlığı, bencilliği ve acımasız sistem içindeki varlığını alıcıya oldukça net ve itinalı ifade edip oynamıştır ki bütün sinemaseverlerin O’nu tanıdığı ve asla unutamayacaklarını anladığı film olmuştur Pfeiffer için I am Sam….

Bence çok önemli bir söylemi vardır filmin: Sevgi ihtiyacınız olan tek şeydir…. Diyeceksiniz ki inanması güç… Evet, bu hayat şartları içinde çok zor gözüküyor…. Ama ister inanın ister inanmayın içinde bulunduğunuz her türlü sıkıntının tek reçetesi bu… Bunu biz  sözde akıllılar anlamakta kimi zaman güçlük çeksek de gerçek bütün çıplaklığıyla bu kadar basit aslında… İhtiyacınız olan tek şey; anlamak için, anlatmak için, özel olmak için, insan olmak için Sam olmak veyahut Sam’i anlayabilmek için tek lazım gelen olgu sevgidir…. Bizden sonrakilere anlatmamız ve bozmadan bırakmamız gereken gerçek budur kanımca…. Sam haklı hem de çok…

Sam: People like you don’t know what is like to get hurted. Because you don’t have feelings. People like you don’t feel anything!

KAYBETMEYELİM…. KAYBETMEYELİM….

SİNEMAYLA KALIN….

 

SEN GİDİNCE AĞLARIM…

April 21, 2011

Birisi, herhangi birisi, kim olduğu farketmez size sımsıkı sarılıp da gözleri dolu dolu olduğunda tek istediğiniz hıçkıra hıçkıra ağlamaktır. Ondan ziyade siz ağlamak istersiniz can hıraş….

Çünkü o anda sizden tek istediği derdini dert bilmenizdir en azından. Gözlerine bakmak ve hiç bir şeyin üzülmeye değmeyeceğini sizin ağzınızdan duymak ister. Bu iş için özel seçilmişsinizdir ve bu işin sorumluluğu büyüktür. Doğruyu söylemek ve onu huzurlu kılmak gibi bir sorumluluğunuz vardır. Siz, o size sarıldığında seçilmişsinizdir. Özel bir seçimdir bu. Tahmin edersiniz ki herkes herkese sarılarak bu mühim görevi bahşetmez. İnsan sarılmak istediğine ve ona sarıldığında güzel duygular hissedeceğinden emin olduğu insanlara sarılır. İnsan sıcağa sarılır…. İnsan güvene sarılır….. İnsan ışığa sarılır, güneşe sarılır gözlerinde yaşlarla…. Ona ağlamamasını her şeyin çok güzel olacağını söylemek gibi yerine getirilecek çok önemli bir misyondur bu ki buna ilk önce sizin inanmanız gerek…. İnanmadan söylerseniz bu da gözlerinden yansır ve siz güvenilen, seçilen omuz olarak faka basarsınız…. İşte bu sebepten birisi sizi ışığı ya da güneşi olarak seçtiyse bu ehemmiyetli görevi yerine getirmek için ne kadar gücünüz varsa kullanmanız gerekebilir…

Öncelikle sımsıkı hem de sımsıkı sarılmanız ve bütün sıcaklığınızı onun bünyesine aktarmanız şarttır. Hem de sımsıkı… Kesinlikle bir daha asla çözülemeyecek gibi bağlamanız gerekir ona ki duygularınızın gerçek ötesi olduğunu hissettirmeniz kolay olsun…. Ama o sizi bıraktıktan sonra ağlamanız gerek şarttır. O size sarıldığına gülümsemeniz asla ve asla ağlamamanız gerekir. Ziyadesiyle fazla ağlamak arzusunu çok iyi bilirim ama bu ancak o sizi bıraktıktan sonra yapılabilir. Neden mi? Siz ağlamamasını sağlamak için seçilmişsinizir ondan evvel koyuverirseniz kendinizi asla ondan o kötücül enerjiyi alamazsınız…. Sabredip sonra ağlamaya koyulmalısınız….. Yani üzülme, ağlama değmez mesajı ağlayarak verilmez; değil mi?

Bu aynen sevgiliye son sarılış gibidir… Uzun, anlamlı, sürekli, dolu ve sonsuz…. SONDUR AMA SONSUZDUR…. Bu duyguyu vermek elzemdir kollarınız arasındaki sizi sığınak olarak seçmiş gönüle; bu seçimin boş olmadığını anlatmak en temel sorumluluktur bu anda… O bilerek ya da bilmeyerek ama enin olun isteyerek sizin omzunuzu seçmiştir. İşte bu yüzden yardım et bana diye haykıran gözlerle omzunuza yatan ve sizi sımsıkı saran bir insan asla geri çevrilmez. En azından bu benim kitabımda yazmaz… YAZAMAZ…

 

ANLADSEN GİDİNCE AĞLARIM...IĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

 

MEDENİ OLMAK!!!

April 16, 2011

Normal nedir?


Arada sırada hepimiz düşünmüşüzdür. Cevabı kimi zaman zor kimi zaman da çok kolay olan bu soru çok sıklıkla zorlar adem oğlunun zihnini. Genelde de toplumun büyük bir bölümü tarafından kabul gören hal ve tavırlar ve bunu gösteren insanlara denir. Eğer bu tanım göz önünde bulundurulursa normal mi çok anormal mi? Herkesin kendine göre doğruları ve yanlışları yok mu? Eeee… Sonuçta herkesin kendi doğruları olduğuna göre her bireyin de kendine has normalleri olmaz mı? Sonuçta normal kişiseldir ve münferittir. Ne olacak şimdi? O kadar yargısız infaz ettik ki o kadar adam astık ki normal değil diye… Kim verecek onların hesabını? Kim verecek sırf eşcinsel diye Yozgat’ta döve döve öldürülen iki çocuk babası genç adamın hesabını; kim verecek sadece komşuya gitti diye ağzı burnu dağıtılan genç kızların hesabını; kim verecek sadece daha rahat bir kişilik olduğu için maruz kaldığı muamelenin hesabını…. Onların da normali oydu…. Size ne oldu da karıştınız…. Niye onları eleştirmek ve cezalandırmak gibi bir misyonunuz olduğu hissiyatına kapıldınız? Size kim verdi bu hakkı? Siz kimsiniz?

 

Hiç bir zaman başaramadık beni ilgilendirmez demeyi; illa her şeye ve herkese burnumuzu soktuk. ‘Aaaaaa, bu yaptığı hiç normal mi? diye önce ateşi yaktık sonra da verdik odunu daha da harlansın diye…. Diyemedik ki o da onun normali ve yaşam tarzı beni ilgilendirmez…. İçimizdeki kurt yedi bitirdi bizi: ‘Aaaaaaaaa…. Bu yaptığı hiç normal değil….Ama…. İşte normal nedir?  Ve kimin normali daha normaldir?  Başta demedik mi normal olmak kişiseldir diye; ve buna inanıyorum normallik kişiseldir, insanın yaşadığı tarza ve hayata göre değişiklik gösterir. İşte tam da bu sebepten de sizi ilgilendirmez… Anlamadığınız, bilmediğiniz ve içinde bulunmadığımız herhangi bir durumu ya da kişiyi size göre normal değil diye horlamak, ittirrmek, kaktırmak, görmezden gelmek, insani ilişkiyi kesmek, canını yakmak hatta canına kast etmek olacak iş mi?  Mantıklı mı? Normal mi?

İşte bu soru size sorulduğu zaman başka bir normal geliyor insanın aklına…. Evrensel normal: MEDENİ OLMAK İNSANI SEVMEKLE VE ANLAMAK LA BAŞLAR…..

 

O yüzden bırakın bu normal ayaklarını, hiç birimiz normal değiliz…. Yok birbirimizden farkımız…. Mesala en anormaliniz benim….

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

 

 

 

SADAKAT

April 16, 2011

Naif, sade, dolu bir dostluk hikayesi  ‘Bizim Büyük Çaresizliğimiz’…. 15 Nisanda vizyona girdi. Hoş bir Türk filmi… Bir Ankara filmi…. Aşk çıkmazında sıkışmış iki dostun haikayesi. Ama onların dostluğu öyle bildiğiniz uzun süre görüşmeyince, arayıp sorulmayınca biten sözde dostluklardan değil. Onlar şimdi harbi dost diye tabir ettiğimiz dostlardan… Onlarınki mahalle veyahut okul arkadaşlığı ya da birlikteliği değil… Onlarınki sadakat dolu sağlam bir evlilik aslında…. Evet evlilik diyorum bu iki erkeğin arasında olanı tanımlamak için, onların arasındaki sağlam ilişkiyi en iyi tanımlayan kelime bu çünkü….Birbirlerinin her türlü zaaflarını ve yumuşak noktalarını çok iyi bilen ve bunlarla yaşamaya alışmış iki iyi dost….Aynı evdeler, hep birbirlerinin yanındalar; öyle ki beraber balık yapıyorlar, bulaşık makinesi boşaltıyorlar, sofra kuruyorlar, çay yapıp içiyorlar film seyrederken, kavga ediyorlar ama küsmüyorlar…. Bütün bu sahneler bana kendi evliliğimi hatırlattı ve işte bu yüzden onların ilişkisine sadık bir evlilik ismini koydum…. Onlarla yaşamak zorunda olan bir genç kızın varlığıyla aniden değişen hayat düzenleri bile sarsamadı onların dostluklarına olan sadakatlerini…. Birbirlerine duygularını itiraf ettiklerindeki tepkileri kimilerine göre tepkisizlikleri de oldukça dokunaklı ve şiirseldi… Olabiliyormuş demek ki dedirten cinsten adama….

 

Bir edebiyat uyarlaması olan ‘Bizim Büyük Çaresizliğimiz’ benim kitabın yazarı, filmin yönetmeni ve oyuncularıyla birlikte Ankara galasında seyrettiğim bir film olması sebebiyle benim manevi dünyamda farklı olan yerini hep koruyacaktır. Yalnız bu naif ve ağır bir Cemal Safi şiiri tadındaki filmin neden müzikle taçlandırılmadığını düşündüm durdum izlerken. Bir de kişiliklerin karmaşık duygu ve düşüncelrini daha fazla monolog ya da diyalogla gözler önüne serilmesini dilerdim özellikle bir edebiyat eseri olduğunu düşünürsek…. Bunlar benim naçizane film hakkında olsaydı daha iyi olurdu diye düşündüğüm durumlardır. Bunun yanında üç oyuncunun da oyunculuklarının çok iyi yönetildiğini ve içinde büyüttükleri duyguları anlaşılır ve aşırıya kaçmadan iyi ifade ettiklerini düşünüyorum….

 

İnsanın yaşadığı şehri filmde seyretmesi ve ‘Aaaa, burası şurası değil mi? hissiyatı ile her yeri hatırlamaya çalışması da ayrı bir zormuş film seyrederken. Tabi o ilginç ve ciddi uzun yürüyüş rotasına değinmeden edemeyeceğim… Neyse o kadar kusur kadı kızında da olur deyip geçelim olsun bitsin…  Karakterlerin uzağından hatta üzerinden yapılan ve alıcıya sen dışardan seyredensin diyerek kadraj dışına atan çekimler başarılıydı ve bize her daim dışardan izleyenin sahip olduğu kadar eleştirme hakkına sahip olduğumuzu hatılattı. Biz ancak Ender ve Çetin’in izin verdiği ölçüde onları tanıyabilecektik…. Onlar ne kadar neyi öğrenmemizi isterse o kadarını öğrenebildik. Ben filmden çıkınca bana Truffaut’un ‘Jules and Jim’ ini anımsattığını söyledim; tabi ki hikaye ve karakter örgüsü degil ama o iki adamı hatırlattı ucundan bana. Bu da bence Seyfi Teoman’ın başarısıdır kanımca…. Gidin, bu dostluk filmini izleyin…. Bakalım siz kendinize ne tür çaresizlikler çıkaracaksınız bu dostluktan…

 

HADİ İYİ SEYİRLER….

April 9, 2011

ben sana sevmenin ne demek olduğunu öğrettim sende bana
seni sevmenin ne kadar yanlış olduğunu
şimdi sırada gitmek var.
yüreğimde kalan emanet sevgini vererek çıkacağım hayatından.
ve nasıl girdiysem yalan gözlerine öylece akıp gideceğim.
bir kaç damla gözyaşıyla birlikte yanaklarından süzülüp dudaklarında son bulacağım.
hani herşeyin başladığı yerde.
şimdi sırada susmak var.
şiir bitince başlayacak sessizliğim.
duymayacaksın bir daha “seni seviyorum” sözünü benden.
bir başkasının söylediği en güzel söz bile titretemez yüreğini bundan sonra.
ve hiçbir şeyin değerini kavrayamaz benliğin ben sustukça.
suskunluğum saklıdır.
ihanetinin suçlusu olan “dilinde” hani bana herşeyim dediğin yani yalanlarınla yaraladığın yerde.
şimdi sırada gülmek var…
gözyaşıyla geçen yıllara inat gülmek.
yağmurlarla yarışmaktan vazgeçmek.
ama ben sende unuttum gülüşümü.
girişinde parkı olan şehirlerde kaldı tüm sevinçlerim.
çokça aşk.. özlem… isyanlar ve gözyaşı. işte sana gençliğim.
oysa ki herşey güzeldi bir zaman.
adam gibi ağlamak bile koymuyordu. bugünkü sahte gülüşler kadar
şimdi sırada isyan var.
“sonsuza dek ” diyen dillere aşkın gücüyle aşılan yollara.
kollarımda beklerken ellerde gördüğüm sahte yüreklere.
ve bana hatırla diye bıraktığın geceler..
isyan nerde başlar bilir misin sen?
sevgiyle çarpan kalbin ihanetle durduğu yerde.
şimdi sırada maziyi gömmek var.
sonu hüsranla biten seneleri.
hepsi seninle yaşanmıştı.
mevsimlerin bir tadı vardı eskiden.
seni bana sevdiren yüzündeki imkansızlıktı.
mutluluk mu? uzun zamandır uğramadı…
çünkü o uzakta ki bir şehrin tozlu kaldımlarında kaldı.
şimdi sırada özlemek var.
huzurla geçen yılları.
yalansızdolansız tüm saflığımla kollarında uyanmak istediğim sabahları.
geceleri uyurken hayalimde duran sıcaklığı özlemek.
o sıcaklık şimdi resimlerin hatırlattığı anılarda saklı.
şimdi sırada unutmak var.
yaşanan ya da yaşanmayan güzel günleri.
büyüsü bozuldu bu sevdanın.
en iyisi kurutmak hayalleri ve bir daha kurmamak düşünmemek geçmişi.
ve sürdürmemek yalan yüreğimde yarattığım hiçbir geleneği. bir güzelliktin uzun zaman önce yüreğimde yer eden.
şimdilerde ise çirkin ruhunla birlikte kaybolup giden.
şimdi sırada teşekkür var.
“sevgili olmayı ” başardığın zamanlarda yaşattığın mutluluk için.
pınarlarımı kurutup başkasına ağlamamı engellediğin için.
benliğinde yer eden anıları benimle yaşamayı tercih ettiğin için.
ve en önemlisi bir dilim ekmeği ikiye böldüğün için.
aslında o kadar çok teşşekür borçluyum ki.
mesela derslere sarhoş girişim!
hiçbir şiirimi istediğim gibi bitiremeyişim!
acıları yüreğime kazıyıp mutluluğumu gölgeleyişin!
çok sevdiğim şarkı sözleriları unutuşum.
hepsi senin eserin teşekkürler sevgilim.
kalabalıklar ortasında yalnızlığı tattırdın.
bakamaz oldum uğruna kırdığım dostların yüzüne.
açamıyorum odamın penceresini güneşe olan utancımdan!
o çok sevdiğim rüzgar benden uzak esiyor şimdi.
sonbahar da küstü.
yapraklar öyle güzel sararmıyor.
oysa tek sırdaşımdı seni bana sevdiren kasım yağmuru.
gençliğimi çöpe attım sayende ve yıktın beni ayakta tutan umudu.
teşekkürler sevgilim son kez teşekkürler…..

iclal aydın


Follow by Email
Pinterest
Pinterest
fb-share-icon
Instagram